10 ARALIK İNSAN HAKLARI GÜNÜ

BASINA VE KAMUOYUNA

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin imzalanmasının üzerinden tam 74 yıl geçti. Bildirgenin ilan edildiği 1948 yılında, II. Dünya Savaşı’nın yıkıntıları arasında uluslararası toplum tarafından “özgürlük, adalet ve barış” için insan onurunun ve haklarının tanındığı evrensel bir düzen kurulmasına karar verildi.

Bildirgenin söylediği üzere; “insan haklarının tanınmaması ve bu hakların hor görülmesi yüzünden barbarca eylemler yapılmış ve bu durum insanlık vicdanını isyana yöneltmişti. Bildirgenin nihai amacı “korkudan ve yoksulluktan kurtulmuş insanlar için özgürlüğe sahip olacakları bir dünya” idi.

Evrensel Bildirge’nin 74. Yılında, bu amaçların gerçekleştiğini söylemek çok zor. Dahası, iki büyük savaşın yıkımını ve acısını görmüş bir nesil de artık aramızda değil. Bugün, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin dünyada kurmaya çalıştığı düzen birçok yerden saldırıya uğruyor.

Evrensel ve bölgesel insan hakları sistemleri ağır işleyen bürokratik yapıları ile bildirgenin özgürlük, adalet ve barış amacını unutmuşçasına hukukun kavramsal diline sığınarak insan hakları aleyhine ağır kararlar veriyorlar. Olumlu kararlar ve usuller ise devletlerin bu uluslararası kurumlarla işbirliği yapmaya olan isteksizliği ile uygulanabilir olmaktan çıkıyor.

Türkiye İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 74. yılına cezaevinde bulunan 100’ün üstünde gazeteci, 50.000’in üzerinde duruşma bekleyen tutuklu birey, 100.000’i aşan sayıda KHK mağduru ile giriyoruz. Basın yayın organları belli gruplar elinde toplanmış durumda. İnternet yasakları konusunda ülkemiz dünyanın kötü sicile sahip devletlerinden biri haline getirildi. Demokrasiyi oluşturan temel unsurlar yıllarca yok sayılıp bu kavram sandık ve seçime indirgendi. Sivil toplum ve siyasi partilerin faaliyet alanlarına ağır müdahaleler gerçekleşiyor ve milletvekilleri tutuklanıp seçmen iradesi hiçe sayılıyor.

Toplumsal muhalefet bir bütün olarak susturulmaya çalışılıyor. Sosyal medya paylaşımları bahane edilerek insanlar bir sabah vakti evlerinden alınıp tutuklanıyorlar.

Fikir ve ifade hürriyeti ortadan kaldırılıyor. Toplantı ve gösteri hürriyeti uygulanamaz hale getiriliyor.  Mahkemelerin bağımsız, hakimlerin tarafsız olduğuna en başta toplumun kendisi inanmıyor. Türkiye son yapılan bağımsız araştırmalara göre hukuk devleti sıralamasında 113 ülke arasında 101’inci sıraya gerilemiş durumda.

Türkiye’de geldiğimiz son noktada yürütme organının başında bulunan kişiler uluslararası mahkeme kararlarına uymayacaklarını açıkça ifade edebiliyorlar. Anayasamızın uluslararası sözleşmelere riayet etmeye dair hükümleri açıkça ihlal ediliyor.

Türkiye 4 milyon mülteciye ev sahipliği yaparken entegrasyon politikalarından uzak durulduğu her yeni gün, mültecilerle ileride yaşanacak toplumsal gerginliklere zemin hazırlıyor.

Cezaevleri kapasitelerinin çok üstüne kadar dolu. İktidarın izlediği güvenlik politikası yine bir inşaat hamlesi ile çözümü yeni cezaevleri açmakta bulurken ceza evlerini açmakla adeta yeni tutuklamalara yer açılıyor.

Engelli yurttaşların sorunları bütüncül bir politika ile ele alınmıyor. Engellilerin istihdamı ve sosyal hayata katılmalarının önündeki engeller ortadan kaldırılmıyor.

Kadına karşı ayrımcılık hayatın her alanında devam ediyor. Kadına karşı şiddet bir türlü bitirilemiyor, devlet üstüne düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirmiyor. Devletin pozitif yükümlülükleri yerine getirilmedikçe her gün kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri yaşanıyor. Ocak 2022’de ilimizde vuku bulan Canan Işık cinayeti dosyasıyla, daha önce defalarca kez şiddet uygulamış erkeklerin serbest bırakılması neticesinde kadınların, kadın cinayetlerine kurban gittiği görülmektedir.

Çocuk istismarı ülkenin en büyük sorunlarından biri ancak bu alanda dahi sürdürülmekte beis görülmeyen cezasızlık siyaseti vicdanları derinden yaralıyor. Son olarak medyaya yansıyan ve bir babanın 6 yaşındaki kız çocuğunu 29 yaşındaki bir erkekle evlendirdiği haberiyle sarsıldık. Çocuğun üstün yararı metinlerde kalan bir ifade olmaktan öteye gitmiyor.

İş cinayetleri hız kesmeden sürüyor. Sendikal mücadele bir suç alanı gibi değerlendiriliyor. Çevre hakkı inşaat firmalarının çıkarları altında ezilmiş durumda. Bu alandaki olumlu yargı kararları dahi uygulanmıyor. Daha önce iş güvenliğine uygun olmadığı raporlarla tespit edilmiş maden ocaklarında 21. yüzyılda hala insanlar ölüyor. 14 Ekim 2022’de Amasra’da meydana gelen grizu patlamasında 41 maden işçisinin hayatını kaybettiği faciada ihmaller zincirinin işçileri ölüme götürdüğünü acı bir şekilde görmekteyiz.

Tüm bu kötü tabloya rağmen umutvar olmak için pek çok sebebimiz var. Hak mücadelesi tüm baskılara rağmen sürüyor. Kadınlar, dezavantajlı gruplar, sendikal mücadele verenler, öğrenciler, akademisyenler madenciler, sağlık çalışanları, avukatlar ve daha niceleri bulundukları yerden itiraz ediyor, ses yükseltiyorlar.

Biz de buradan ilan ediyoruz ki Adıyaman Barosu olarak vatandaşların vermiş olduğu bu sesi, toplumun “özgürlük, adalet ve barış” çağrısını duyuyoruz.

Adıyaman Barosu olarak hukuk devletinin tüm kurumlarıyla işler hale geldiği bir ülke için çalışmaya, özgürlük ve insan hakları taleplerini yükselten vatandaşlarımızın yanında olmaya söz veriyoruz.

10 Aralık İnsan Hakları Günü Kutlu Olsun!